İşte Nuri Elibol'un '15 Temmuz’un temeli 28 Şubat’ta atıldı' başlıklı yazısı
15 Temmuz hain darbe girişiminin faillerine yönelik yargı sürecini, fırsat buldukça mahkeme salonlarında, sıklıkla da iddianameler ve sanıkların verdiği ifadeler aracılığıyla takip ediyorum. İfadeler dikkatle analiz edildiğinde FETÖ ve iş birlikçilerinin 28 Şubat’tan bu yana ülkede askerî ve sivil alandaki örümcek ağlarını tek bir boşluk dahi bırakmadan, baş döndüren bir hızla nasıl ördüklerini görmek mümkün.
Yakın tarihin kara lekesi, yıllardır tartışılan ve bir türlü dillerden düşürülmeyen 28 Şubat postmodern darbesine ilişkin hesap sorma girişimleri maalesef bir türlü sonuçlandırılamadı. Açılan davalar sadece ‘apoletliler’ ayağıyla sınırlı kalırken medya ve sivil ayağında yer alan isimlerin üstü hep örtüldü, ya da üzerine gidilmedi. Yargının 28 Şubat örneğindeki hukuksuzluklara ve darbecilere karşı hesap sorabilirliği tartışmalı kaldı.
Şunu net bir dille ortaya koymalıyız: Eğer dün 28 Şubat postmodern darbesinin askerî, sivil ve medya ayağının üzerine gidilebilseydi, belki bir daha kimse cesaret edip “darbe” kelimesini ağzına dahi alamayacaktı. Eğer 28 Şubat’ın sivil ayağının üstüne gidilseydi ve o günkü manşetlerden hesap sorulabilseydi, Adil Öksüz gibi hainler askerî karargaha alınıp bazı apoletli hainler eşliğinde emlak komisyoncusu rolü kesemez ve kimse darbeye kalkışamazdı.
28 Şubat’tan bin yıl değil, sadece birkaç yıl sonra iktidara gelen muhafazakâr demokrat AK Parti en kısa sürede postmodern darbenin oluşturduğu konjonktürü ortadan kaldırmak üzere kolları sıvamıştı. Ancak devletin tüm kurumlarını örümcek ağı gibi sarmış olan FETÖ’nün yargı ayağı, başlayan davaları yine kendisi ile iş birliği hâlindeki medya ayağı ile sadece apoletliler üzerinden yürüterek ucuz bir manevraya dönüştürdü.
Öte taraftan 28 Şubat’ın medya ayağını yürüten Doğan Grubu, FETÖ’cü savcıların tehdit ve şantajları ile örgütün gönüllü maşası oldu. Doğan Medya Grubu zaten konjonktüre göre adaptasyon sorunu yaşamazdı, işi kolaydı... Önce Ergenekon, Balyoz, Casusluk ve KCK gibi davalardaki ‘karşı’ tutumunu değiştirdi. Sonra FETÖ’nün istekleri doğrultusunda birçok ülke meselesinde FETÖ rüzgârı nereye estiyse, o tarafa savruldu. Bu hizmeti karşılığında Yargıtay ve Danıştay’daki davaları FETÖ tarafından lehine sonuçlandırıldı.
Gelelim karmaşık ilişkiler ağına...
28 Şubat darbe dosyasına bakan savcı Mustafa Bilgili’nin FETÖ’den görevden uzaklaştırılmış ve tutuklanmış olması sizce tesadüf mü? Bilgili’nin 530 ile başlayan telefon hattı ve iki ayrı IMEI numaralı cihazında FETÖ üyelerinin gizli yazışmalarında kullandıkları ‘ByLock’ tespit edildi. Bu dosyada genelde davanın esasına ve içeriğine dair konuları konuşmak yerine medya hep “tahliye edilen aktörler” üzerinden algılar yürüttü. Medya dünyasının postmodern darbedeki aktörleri hâline gelen şahıslardan hesap sorma yönündeki pratiklerinin bir türlü gerçekleşmemesi, süren davada yargının güvenirliğine halel getirdi.
Yargıdan sonra şimdi 28 Şubat’ın medya ayağına dair akıllardan çıkmayacak iki başlığı şöyle bir hatırlayalım.
05 Şubat 1997 tarihli Milliyet gazetesinde, “Sincan manevrası iktidarı sarstı,” “Refahyol dağılıyor mu tartışması başladı,” “Silahlı Kuvvetler Sincan’da,” “Sincan’dan ordu geçti” manşet ve haberleri...
05 Şubat 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde “Tank sesleri,” “Olay ilçe Sincan’da heyecanlı sabah,” “Sabahın erken saatlerinde tankları gören Sincanlılar darbe olduğunu sanarak büyük şaşkınlık yaşadılar” manşet ve haberleri...
Peki ya Andıç skandalı ile bu medya gruplarının kendi yazarlarını harcaması? Hatırlarsanız 1998’de yakalanan PKK'nın sözde üst düzey yöneticilerinden Şemdin Sakık'ın soruşturma zaptına FETÖ ve apoletli dostlarının eliyle “bazı gazeteciler ve STKların PKK’dan para aldıklarına yönelik” yalan ifadeler eklenmişti. Sakık mahkemede bu ifadeyi kendisinin vermediğini belirtmişti. İddia oydu ki bu ifadeler Çevik Bir ve Erol Özkasnak tarafından basına sızdırılmıştı. Sonuç? Suikastlar, işe son vermeler... Mağdurlardan Cengiz Çandar ve rahmetli Mehmet Ali Birand’ın mesleki hayatını lekeleyenlere kim çanak tuttu? Buna bakıldı mı mesela?
Kutlu Savaş’ın hazırladığı ve hâlâ soruları cevaplanamamış Susurluk Raporu’nu hatırlayalım. Raporda, Gladyo yapılanmasından bahsedilirken FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in adı geçiyordu. Bu rapordan hemen sonra Tuncay Özkan Kanal D’de Fetullah Gülen’le bir röportaj yaparak örgüt elebaşını temize çıkardı mı, çıkarmadı mı?
Bir örnek daha... Rahmetli Erbakan’ın “Ulusa Sesleniş” konuşması millî maç nedeniyle ertelenmişti. Yeni baskıyı yetiştiremeyen Hürriyet ise ertesi gün, sanki Erbakan’ın konuşması gerçekleşmiş de onu eleştiriyormuş gibi “Yalan Rüzgârı” diye manşet atmıştı. Peki bunun hesabı soruldu mu?
Bu manşetlerin, itibar cellatlıklarının hiçbirinin hesabı sorulmadı.
Gelmiş geçmiş bütün sağ ve sol partiler medya sektörü, iş çevreleri ile girift ilişkiler kurdular, bunu biliyoruz. Özal da, Demirel de, Tansu Hanım da yaptı bunu. Ama bir takım sermaye grupları ve medya, devletle öyle özel ilişkiler kurmuşlardı ki devlet bunlara sürekli olarak kredi, teşvik ve çeşitli kolaylıklar sağlamak zorunda olan bir arpalık hâline gelmişti âdeta.
1994 ekonomik krizi olduğunda bir takım sıkı para politikaları uygulanacak olması nedeniyle Tansu Hanım’ın bu destekleri kesme kararı almasıyla dananın kuyruğu koptu. 10 Mayıs 1997 tarihinde Tansu Çiller’in bazı medya patronlarını hedef aldığı Sultanahmet mitingi sonrasında, medya Çiller'i cezalandırma kararı aldı. Ve bu medya patronları bunu bir alışkanlık hâline getirdi. Sonrasında rahmetli Erbakan Hoca da bu densizlerin hedefi oldu ve malum 28 Şubat krizi...
Tuncay Özkan Kanal D’de Fetullah Gülen’le bir röportaj yaparak örgüt elebaşını temize çıkarmaya çalışmıştı.
Doğan Medya Grubu aslında pek değişmedi. AK Parti hükûmetine karşı zaman zaman isyan duyguları depreşse de 28 Şubat döneminde ziyadesiyle deşifre olduğu için AK Parti’ye karşı nötr kalma politikası izliyor görüntüsü verdi. Hatta fazla ses çıkaran birçok eski tüfek darbeci-gazetecinin geçen dönemde kovulmaları da bu tercihle yapılmıştı.
Tabii ki bu bahsettiğimiz politikalar, Doğan Grubu’nun pes ettiği anlamına gelmiyordu. Sadece “tehlikeye” karşı fırsat kolladılar. Ve nihayet beklediği o büyük “fırsatın” geldiğine kanaat etmiş olmalıydı ki Doğan Grubu, ani bir atakla yeniden AK Parti hükûmetin karşısına dikilme zamanının geldiğine inanmaya başladı. Bu fırsat hiç şüphe yok ki dış dinamiklerin büyük etkisiyle ivme kazanan “Gezi süreci” olmuştu. Gezi süreci, nasıl ki ölmeye yüz tutmuş marjinal, ulusalcı-sol ittifak için ab-ı hayat olduysa Doğan Grubu’na da küllerinden doğma ve yeniden vuruşma fırsatı veriyordu. Ancak Doğan Grubu bu derin yenilginin ardından sessizliğe gömüldü. Sonrasını herkes hatırlıyor...
Doğan’ın Tayyip Erdoğan nefreti hiç azalmadı. Belediye Başkanlığından başlayarak bu güne kadar ne zaman kafalarını çıkaracak bir atmosfer oluştuysa hinliklerini yapmaktan, kinlerini kusmaktan geri durmadılar.
İBB Başkanlığı esnasında, şiir okuma davasının duruşmasından önce; “Siyasi hayatı bitebilir”, “Tayyip’e şok ceza” manşeti ile çıktı Hürriyet gazetesi. Yargıtay kararından sonra ise “Siyasi hayatı bitti” ve “Muhtar bile olamayacak” başlıklarını attı. Daha eskiye gidersek “Özal’ın tek adam olma hevesi” manşeti yine Hürriyet’e ait. Hürriyet’in internet sitesinde kullanılan “Yüzde 52 ile seçilen Cumhurbaşkanı’na idam” başlığını hatırladınız mı? 17 Aralık darbe girişiminden sonraki manşetleri ise “Kaçabilirsen kaç”
19 Aralık 2013’te Doğan Grubu’na ait Radikal gazetesinin manşeti “Sarraf’ın 3 Bakanla ilişkisi – Türkiye’yi sarsan 3 ayaklı operasyon”du.
Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçtiği günün ertesinde Hürriyet’in manşeti “411 el kaosa kalktı” olmuştu. Komisyonda bu manşet sorulan Doğan, “Haberim olmadı. Ertuğrul Özkök yapmış” deyip milletin aklı ile alay ediyor. Herkes biliyor ki Ertuğrul senden habersiz adım bile atmaz. AB kurumlarında ve özellikle de Almanya kamuoyunda, Washington’da Türkiye ile ilgili oluşturulan olumsuz algı ve havada Doğan Grubu’nun ve FETÖ’cülerin önemli bir payının olduğunu kim inkâr edebilir? Bunlar, millete, milletin değerlerine, inançlarına, örfüne ve töresine, dün rahmetli Özal’a, bugün millete hizmet yolunda büyük adımlar atan milletin adamı Erdoğan’a düşmanlık yaptılar, yapmaya devam edecekler. Uygun zaman ve zemini buldukça kafalarını çıkarıyorlar. Çünkü bunlar yerli ve millî değiller. Bunlar distribütör. Patronları Batı’da.
Bu nedenle, bir kez daha söylüyorum. Kalıtsal rahatsızlıklar sık sık nükseder. 28 Şubat’ın medya ayağına ve sivil ayağına dokunmadığınız sürece 15 Temmuz virüsünü temizleyemezsiniz. Fırsatını, ortamını bulduklarında aynı hinlikleri yine fazlasıyla yapacaklarından şüpheniz olmasın.